Beyin Fırtınası Derlemesi
Tramvayların kent kimliğinde yeri olabilir mi?
Meselâ Basel (CH) ve Strasbourg (F). İkisi de tramvaylarına çok düşkün, ve tramvay oraların simgesi de.
Özellikle Cumhuriyetin sonrası dönemde İstanbulda tramvay araçları neden kabullenildi ve sevildi?
Bu tramvaylar çok daha evvelden, onu unutmamalı? Atlı tramvayla başlayan şebekeler tabiîki tam oturmuş şeyler. Yani, yirmili yıllarda tramvay yeni değildi. 1871 tramvay atla başlamış. Cumhuriyet kuruluşunda tramvay şebekesi yarım yüzyıllık bir şey!
Ve de, bu konuda bir şeyi göz önünde tutmamız lâzım: Sistemle araç birbirlerine bağlı, ikisi birbirini şartlandırıyor.
Eskiden durum şöyleydi:
1. Tramvaylar gereken iyi bir servis vermişler.
2. Tramvaylar kenti kent yapmışlar, çünkü evvelden ulaşım, varsa, özelmiş.
3. Zamanla tramvaylar attan elektrikliğe dönüşmüş.
Bence şu üçüncü nokta da önemli. Çünkü bir adım ileri. Biz bugün çok geriye yöneliyiz. Hâlâ tramvayımıza »çağdaş« tramvay diyoruz. Neye göre çağdaş? Mağara devrine göre mi? Korkunç. Bu bir heves problemi havası katıyor. Zamanında atlı tramvay elektrikleşince, bu, şu anki tramvay uçarak gidercesine modern ve gelişmiş bir adımdı. Tünele ve Kısıklıya çıkışlar için bu çok büyük bir hamleydi.
Bugün modern tramvay döneminde araçlar ile ilgili bir sahiplenme algısı neden oluşmuyor?
Ayrı noktalar arasında şunlar önemli olabilir:
1. İstanbullu İstanbullu değil artık! İstanbul bir gecekondistan ve rantçı havuzu olmuş. Rantçı derken şu modern gözüken, ama İstanbulla alâkasız olan tokilik banliyöleri kastediyorum. Bundan otuz yıl evvel Bahçelievler köydü, bugün neredeyse merkez. Bu bir hortlak patlaması. Seksenlerin başında nüfus 3, 3,5 milyondu. İstanbul İstanbullularındı. Şimdi gelip orada yaşayıp, orayla kaynaşmayan, kaynaşamiyan, kaynaşmak istemeyen kapaklanmış. Bu sosyolojik açıdan büyük bir problem. İstanbul başından sırf elit falan değildi. Dilencileri vardı, Sulukulelileri vardı, sakatları vardı, ama hepsi İstanbullu ve İstanbulun parçasıydı. Bugün İstanbula herkes sığınmış.
2. Tramvay iyi değil, kötü. İşe yaramıyor (gibi). 1890 veya 1910 veya 1930 tramvayları çok ciddî bir katkı sağlıyorlardı. 1990dan beri oluşan tramvaylar biraz palavra. Çünkü yetmiyorlar. Trasları bugünün trafiğine göre plânlanmamış. Ve de düşünmeli, aslında hakikaten İstanbul için bu tipik modern tek kurt tipi tramvaylar mı elverişli, yoksa eski tip vagonlu, kısa araçlar daha mı elverişli olurlardı. Kısa ama alçak tabanlı Mini-Combinolar var(dı) meselâ. Araç kısa ama çok daha sık geliyor. Bugünün kafası, yani seksenlerden beri üreyen kafa yapısı bizde »araç dolu, tıklım tıklım olacah« mantığına alışmış. Halbuki toplu taşım aracı ferah, yarı, 4/5 dolu olmalı. Ki
insanlar sevsin, tercih etsin. Tramvayın verdiği bir avantaj yok ortada. Buna karşı Metrobüs olayına bak. Yamalık gibi bir şov sistem, ama ilk elde acaip bir avantaj sağladığından, insanlar bunu sevmiş, kullanıyorlar.
İstanbul Tramvay aracı diye bir şey nasıl kabullendirilebilir?
3. Yanlış soru. İstanbul Tramvay Şebekesi bir tüm ve ağ olarak görülmeli. Bugün eleştirdiğim sistemsizlik (ağ, makas, hatlar, hat numaraları) hepsi bundan neredeyse yüz yıl evvel varmış. Bugün yok. Türk halkı onlarca senelerdir geriliyor. Şu an da en büyük problem, hem geriliyor, hem ilerliyor. Bu bir ruhî iç çatışma doğuruyor. İnsanlar problemli oluyorlar. Hayat şartları zor, eğitim şartları zor, politika belirli bir kısmı hoşnut edemiyor, etraf savaşlara boğuluyor, internet ve medya sayesinde herkes dünyada herkesin yaşam tarzını görebiliyor, herkesin bir ayfonu falan var
acaip bir hızlanma ve ilerleme, buna karşı da sakat bir tutuculuk birbirlerine takılıyor. Eksik olan hakiki bir benlik, kimlik, mantıklı bir muhafazakârlık. Şov gibi yapılan şeyler insanları soğutuyor. Tramvay yapacaksan, doğru yap! Sonsuz kurt gibi bir hat yapacağına, üç dört kısa, orta parkurluk hat kur ve işlet, insanlara yarasın. İnsanlar neye yaradığını görsün, anlasın. Bence yapılanlar onlarca senedir çok, ama çoook yanlış. Bence 1950lerden itibaren bazı noktalarda ilerleme diye bir şey kalmadı. İstanbul Tramvay Aracı mantıklı bir İstanbul Tramvay Şebekesi parçası olsaydı, bir işe yaradığından, herkes onu sever, onu benimserdi. Ama ortada sistem yok. Oraya bir noztalci, buraya bir Moda (semt) oyuncak palavrası, şuraya üç dört farklı araçlı EN uzun uzun uzun bir şeyler. Aktarma kötü şaka. Ne bu? Kime? Masterplân
hah. Plânlanmış metro, banliyö, »Marmaray« ve İDO (!) ile otobüsleri kompleleştiren bir tramvay sistemi düşünmeliydi. Neden Yenikapı baştan beri arka kafada değildi? Neden Haydarpaşa tramvayı (artık) yok? Baş noktaları tramvayların bağlaması gerekirdi. Surdışı belki o kadar önemli bile değildi, çünkü orası daha metro, banliyö yapımına uygun. Suriçi
Topkapı, Aksaray, Fatih, Kocamustafapaşa, Lâleli, Eminönü, Tophane, Beşiktaş, Taksim, Eyüp, Kâğıthane, Mecidiyeköy, Feriköy, Kurtuluş, Levent, belki de Bebek ve ötesi bile
bütün bunların tramvayla ulaşılabilir yerler olmaları gerekirdi. Batıda da Üsküdar, Kadıköy, Ümraniye, Bakkalköyler, Kadıköy öteleri. Aynısı. Buna ek metro, banliyö, metrobüs, fasafisu gelmiş miydi, toplu taşım iyi bir toplu taşım olurdu. Bu işten anlamıyorlar sanki. Yani, bir yandan eyaletler ve bölgeler gibi bir sistemden korkuluyor, öte yandan İstanbul toplu taşımı bunun en beter sistemiymiş gibi, sanki birbiriyle hiç alâkası olmayan odak noktaraından çıkışla plânlanıyor gibi
Ve bunlardan dolayı, var olan modern araçlar, tüm teknik yenilikleri ve güzelliklerine rağmen, kente ait bir mobilya ya da siluet parçası olarak kabul görmüyor gibi! Ama işte dünyanın en kral aracını bile, işe yaramayan bir sisteme oturtursan, insanlar en azından şuuraltından bir nefret geliştirir. Çok daha önemli olan, tramvay şebekesini iyileştirmek.
Bu durum kentlilik bilinci ile mi ilgili?
O da, evet. İstanbulluluk yok, kentlilik yok. Yok artık. Bir yandan kentsel dönüşüm diye bin senelik çingene kültürü batırılıyor, şovvv rezidansss yapılıyor, toku balık fabrika semtleri yapılıyor, öte yandan İstanbullu kimliğini hissettirecek hiçbir şey öngörülmüyor. İstanbullu nedir? Kimdir? Nedendir? Turistler bile artık daha İstanbullu. Cidden sosyolojik ve urbanetnolojik bilgi sıfır. Bilgi ve yaklaşım. Şu Gezi Park plânları da gösteriyor ki, kent bilimi de sıfır. Yeşil ne demek, identifikasyon ne demek, ferah ne demek, gürültü ne demek. Taksim yeraltı durumu nasıl? Vesaire. Yani, çanak çömlek diye düşünen, öyle de davranıyor.
Nüfus kendisini İstanbullu hissetmiyor mu artık?
Bir kısmı, evet. Ve sonra da, Haliç köprü metro istasyonu gibi şeyler, bu nüfusu metrodan da soğutacak. Şov ve kötü çünkü. İnşaallah Marmarayda da olmaz bu. Kötü ve ucuz iş yaptın mı, katlı katlı pahallı ödersin, hayat öyle. Görmüyorlar. Bizden sonrası bizi ilgilendirmez gibi bir hava esiyor sanki.
Yeni bir aracı »İstanbul Tramvayı« olarak kabul ettirebilmek sadece bir pazarlama ve reklam becerisi midir acaba?
Kesinlikle hayır, hiç değil. Tam tersi. »Anladık, bak geliştiriyoruz, problem çözeceğiz« hareketi görünmezse ki öyle davranacak yiğit yok ortada öyle bir reklâm tam tersine, öfke de yaratabilir. İnsanlar tramvayı zedelerler falan. Bu da şov, bu da susturmak için bir şeker yığını hissi gelişebilir. Ama! Neden o kadar çok beleşçilik var acaba? Çünkü o susan ve sağol efendim diyecek ayak halkı İstanbullu değil, kenarda köşede, çok zor bir hayat yaşıyor. Hiç enklüzyon diye bir şey yok. Yani halkı birleştirmek ve bütünleştirmek gibi bir çaba görünmüyor, hissedilmiyor. Halk bölünüyor. ki bu seksenlerde başladı. Özal zamanında denmişti ki, ortadirek eriyor gidiyor. Eh işte, ortadirek eridi gitti, zenginler kaldı, ve yoksullar. Bu çok kötü.
Bence, toplu taşım ve tramvay konusunda, şu köşelerden başlayıp beyin fırtınası yapmalı:
1. Eski tramvayların renklerine geri dönülmeli (mi?)
kızıl/krem.
2. Eski tramvayların hat renkleri elverişli olabilir mi? Bence hayır, ama düşünmeli.
3. Uzun zaman araçlara reklam yapıştırmamalı, ki bir vücut benimsemesi doğabilsin.
4. Araçlara isim verilebilir. Eski semt/ilçe isimleri elverişli olur (Fatih, Beyoğlu, Üsküdar, Kadıköy,
). Bu isim verme olayı Almanyada meselâ acaip önemli. Yani, kutsal gibi. Araca kimlik vermiş gibi olunur, aynı vapurlardaki gibi. Ki, semt/ilçe eşittir İstanbul. Ama bence ilk önce eski (!) isimleri kullanmalı, yani Başakşehir, Atakent falan pek kimlik doğurucu olabilirler mi, bilmem.
5. Araç tasarımında bence insanları sıkmamalı, oturma yerleri, durma yerleri, geçişler, fazla ekran cızırtı pızırtı, yani moderniteyle dayak atmamalı, öldürmemeli. İtici olur.
6. Araç için anonslar gibi şeylerde frekansları, araç içi (sürüş) frekansları, hepsini kulağa hoş gelecek şekilde ölçüp, birbirine ayarlamalı. Bunda yapılmaması gereken büyük bir hata, boş ile dolu araç ayırımı. Hani konser-öncesi soundcheck yapıp, ortalık dolduktan sonra, ula ses bambaşka dercesine. Bunlar da insanı soğutup, itebilir, doğru yapılırsa ise çekebilir de. Bunlar insanların değil de, durumun »soft skills«leri.
Konuyla ilgili, Esat ile yaptığımız ilk beyin fırtınasının bir kaç yazılarından derlenmiştir.